FATİH
SULTAN MEHMET VAKIF ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ
MEDENİ
HUKUKA GİRİŞ VE KİŞİLER HUKUKU DÖNEM SONU SINAVI
METİN
SORULARI
1. Yokluk
ve kesin hükümsüzlük hallerini birer örnek vererek açıklayınız. Kesin hükümsüz
bir işlemle yoklukla sakat bir işlem arasında, özellikle ileri sürülmelerinin
dürüstlük kuralına aykırılığı açısından nasıl bir fark bulunabilir? Açıklayınız.
(5 puan)
2. Hak
ve fiil ehliyetlerini ayrı ayrı açıklayınız. Hak ehliyeti ve fiil ehliyeti için
aranan şartlar nelerdir? Fiil ehliyetinin farklı görünümlerini kategorilere
ayırarak yazınız. (5 puan)
3.
a) Faraziye (varsayım-fiktion) ile karine
arasındaki farkı açıklayınız.(5 puan)
b)
itiraz ile def’i arasındaki farkı, birer örnek eşliğinde açıklayınız. (5 puan).
4.
Şart ne demektir? Şartın hangi türlerinden
bahsedilebilir? Vadeden farkı nedir? Açıklayınız. (5 puan)
OLAY
SORULARI
Olay
I
Ticaretle uğraşan A,
piyasaya olan yüklü miktardaki borçlarını ödemek için bankaya kredi başvurusunda
bulunmuş; banka, borca karşı bir teminat gösterilmesini istemiş; A da
memleketindeki 40 dönüm arazisini teminat göstermiştir.
Soru: A’nın
araziyi teminat göstermesi dolayısıyla bankanın elde ettiği hakkın niteliği
nedir? Açıklayınız. Bu hak ne zaman sona erer? (10 puan)
Olay
II
Psikolojik
rahatsızlıkları nedeniyle vesayet altına alınmış olan A, bu durumunu gizleyerek
gayet sağlıklı bir görünümle X Bankası’ndan konut kredisi almak için başvurmuş,
adına kayıtlı taşınmaz üzerinde ipotek
kurulması için de oğluna vekâlet vermiştir. Kredinin ödenmemesi üzerine X
Bankası takip başlatınca kendisinin işlem ehliyetinin bulunmadığı, bu nedenle borçtan
sorumlu olmadığı gerekçesiyle borcunu ödemekten kaçınmıştır. X Bankasının
açtığı eda davasına karşı açtığı karşılık davada, A, borçlu olmadığının
tespitini ve ipoteğin kaldırılmasını (fekkini) talep etmiştir. X Bankası ise
kredi işlemleri sırasında A’nın normal göründüğünü ve vesayet altında olduğuna
veya rahatsızlığına dair bir bilginin bankaya iletilmediğini ileri sürmüştür.
Soru:
Olayda
tarafların iddialarını değerlendiriniz. A’nın rahatsızlığı nedeniyle vesayet
altına alınmış olması dolayısıyla bu işlem geçerli midir? Bankanın ileri
sürdüğü savunma hangi hukuki kuruma dayanmaktadır? Bankanın savunması yerinde
midir? (10 puan)
Olay
III
Uluslararası nakliyat
şirketinde tır şoförü olarak çalışan A, 12.05.2012 tarihinde, iç savaş devam
eden, Suriye’nin Halep şehrine mal götürmüştür. A’nın yola çıkmasının ardından
10 gün sonra telefonu sürekli olarak kapsamı alanı dışında kalmış ve karısı K,
kendisi ile hiç iletişim kuramamıştır. 3 yıl boyunca kocasının dönmesini
bekleyen K, A’nın artık dönmeyeceğine kanaat getirerek M ile evlenmeye karar
vermiştir.
Soru
1: Olayda
K’nın bu evliliği gerçekleştirebilmesi mümkün müdür? Nasıl? Hangi hukuki süreci
takip etmesi gerekir? (10 puan)
Soru
2: Olayda
A’nın kaldığı otelde bir patlama gerçekleştiği yönünde bir haber alınsa idi 1. soruya
vereceğiniz cevap değişir miydi? Açıklayınız. (10 puan)
Olay
IV
Böbrek rahatsızlığı
üzerine hastaneye giden H, ameliyat olması gerektiğini öğrenmiştir. Ameliyatın
kapsamını ve aşamalarını öğrenen H, şartları kabul etmiş ve belirlenen tarihte
ameliyata alınmıştır. Ameliyat sırasında normal seyrin dışında komplikasyonlar
gelişince doktor hastayı kurtarmak amacıyla ameliyatın kapsamını genişletmiş ve
böbreklerden birini almıştır. Ameliyat sonrası narkozun etkisinden kurtulan H,
durumu öğrenince çok üzülmüş ve sinirlenmiş acilen avukatını arayarak doktor
aleyhine dava açmasını istemiştir.
Soru:
H’nin doktor aleyhine açtığı dava, hangi hukuki gerekçeye dayanmaktadır? Bu
davanın açılabilmesi için hangi şartların gerçekleşmesi gerekir? Açılacak dava
veya davalarda H’nın hangi talepleri söz konusu olabilir? Açılan dava
karşısında doktorun ileri sürebileceği bir savunma var mıdır? Açıklayınız. (10
puan)
Olay
V
Ünlü bir sporcu olan Ü,
gece yarısı K adlı kız arkadaşıyla lokantadan çıkarken gazeticilerle
karşılaşmış, fotoğrafının çekilmesine karşı çıkmamış, hatta K ile beraber poz
da vermiştir. Ancak ertesi gün bir gazetede bu fotoğraflarıyla birlikte, yaz
aylarında bir yatta aralarında K’nın da bulunduğu bir grup arkadaşıyla
eğlenirken, tele objektifle çekilmiş mayolu fotoğraflarının da yayınlandığını
görmüş ve bundan çok üzüntü duymuştur. Haberi okuyunca, aslında çocukluk
arkadaşı olan K’nın sevgilisi olduğu, kendisine pahalı bir yüzük hediye ettiği
ve yakında evleneceklerinin yazıldığını anlamış ve üzüntüsü daha da artmıştır.
Soru
1: Avukatı
olarak Ü’ye nasıl tavsiyede bulunursunuz? Gazetecilere kendisinin poz vermiş
olmasının, açmayı düşündüğünüz davalara etkisi olur mu? Hangi davaları açmayı
düşünürsünüz? Neden? (10 puan)
Soru
2: K
açısından yukarıdaki sorulara ne cevap verirsiniz? (10 puan)
Soru
3: Haberde,
konuya ilişkin bir yazı dizisinin hafta sonundan itibaren yayınlanacağının
duyurusu yapılmıştır. Bu durumda farklı bir öneriniz olabilir mi? (5 puan)
CEVAP
ANAHTARI
METİN
SORULARI
1.
Yokluk,
hukuki işlemin kurucu unsurlarından bir veya bir kaçının eksikliği halinde, hukuki
işlemin hiç kurulmamış olduğunu, varlık kazanmadığını ifade eder. Bütün hukuki
işlemler için kurucu unsur olan irade beyanının bulunmaması halinde yokluk söz konusu
olur. Sözleşmenin altına atılan imza irade beyanını gösterdiğinden, imzanın
bulunmaması sözleşmenin kurulmadığını gösterir. Evlenmenin evlendirme memuru
huzurunda yapılması da (resmi tören)
kurucu unsurdur. Taraflardan birinin kadın diğerinin erkek olması da
evlilik bakımından kurucu unsurdur. Bu unsurlardan biri eksik kalırsa evlilik sakat
olarak bile hukuk âlemine çıkmış olmaz; yok hükmündedir. İmam nikâhı adı
altında resmi memur huzurunda gerçekleşmeyen evlilikler yok hükmündedir.
Kesin
hükümsüzlükte ise kurucu unsurlarda eksiklik olmamakla birlikte
geçerlilik şartlarından kamu düzenini ilgilendirecek önemde bulunanların yerine
getirilmemesi söz konusu olur. Mesela bir hukuki işlemin geçerliliği bir şekle
bağlanmışsa şekle uygun yapılmayan hukuki
işlem kesin hükümsüz olacaktır: Taşınmazın devri borcunu doğuran sözleşmenin
(satış, bağışlama gibi) tapu sicil
memuru tarafından resmi şekilde yapılmaması gibi….
Yokluk ve kesin hükümsüzlüğün ileri sürülmesinin
dürüstlük kuralının uygulanması bakımından farklı sonuçları vardır. Kesin
hükümsüz bir işlemin hükümsüzlüğünü ileri sürmek, belirli koşulların varlığı
halinde dürüstlük kuralını aykırı sayılır ve bu durumda işlemin geçerliymiş
gibi sonuç doğurduğu kabul edilir. Örneğin şekle aykırı satış sözleşmesinin
ifasına hükmedilebilir. Buna karşılık, kurucu unsuru eksik, dolayısıyla yok
hükmünde olan bir işlemin, yokluğu ileri sürmenin dürüstlük kuralına ve hakkın
kötüye kullanılması yasağına aykırılık teşkil ettiği gerekçesiyle dahi olsa
ayakta tutulması (var ve geçerli sayılması) mümkün değildir.
2.
Hak
ehliyeti, kişinin hak ve borçlara sahip olabilme yeteneğidir.
Fiil
ehliyeti, kişinin kendi
iradesiyle hak sahibi olabilmesi ve borç altına girebilmesini ifade eder.
Hak ehliyetinde eşitlik ve genellik
prensipleri söz konusudur. Dolayısıyla her insanın hak ehliyeti vardır. Ancak,
insanlar arasındaki doğal ve fiili farklar hak ehliyetine sınırlama
getirilmesini meşrulaştırabilir: Yaş, vatandaşlık gibi…
Fiil ehliyeti ise doğuştan kazanılmaz.
Bunun için Kanun bazı şartlar öngörmüştür (MK m. 10) kişinin ayırt etme gücüne
sahip olması, kısıtlanmamış olması, ergin
olması ve kendisine yasal danışman atanmamış olması.
Ayırt etme gücünü, kişinin fiillerini ve
sonuçlarını idrak edebilmesi olarak anlamak gerekir.
Kanun’a göre, ayrık durumlar istisna
tutulmak kaydıyla, kişi, 18 yaşını doldurmakla ergin olur (MK m.11).
Kısıtlanmamış olmak ise fiil ehliyeti için
olumsuz şarttır. Kanun’da öngörülen sebeplerle bir kişi hakkında mahkeme
tarafından kısıtlama kararı verilirse bu kişi artık vesayet altına alınmıştır,
ergin olsa bile fiil ehliyeti kısıtlanmış olur.
Fiil ehliyetinin dört farklı görünümü
mevcuttur:
Tam
ehliyetliler: Ayırt etme gücü olan, ergin ve kısıtlı
olmayan kişi, kendisine yasal danışman da atanmamışsa tam ehliyetlidir.
Sınırlı
ehliyetliler: Yasal danışman atanmama dışında tam
ehliyetin bütün koşullarını gerçekleştiren kimseye sınırlı ehliyetli denir. Ayırt
etme gücü, erginlik ve kısıtlı olmama şartını haiz olan bu kişilerde aslolan
ehliyettir. Ancak Kanun’da sayılan belirli işlemleri yaparken danışmanının oyunu
alması gerekir.
Tam
ehliyetsizler: Tam ehliyetsizlerin ayırt etme gücü
yoktur. Fiillerinin sonuçlarını idrak edemedikleri için yaptıkları işlemler
hukuken geçerli değildir.
Sınırlı
ehliyetsizler: Ayırt etme gücü bulunmasına karşılık 18
yaşını doldurmamış veya kısıtlanmış olanlar sınırlı ehliyetsizdir. Bunlar kural
olarak işlem ehliyetine sahip değildir. Ancak yasal temsilcilerinin önceden
vereceği izin veya sonradan vereceği onay ile borç altına girebilirler. Haksız
fiiller bakımından ehliyetli kabul edilirler.
3.
a) Faraziye, belli bir olaya kanunun kesin bir sonuç bağlamasıdır.
Faraziyenin aksi iddia ve ispat olunamaz. Mesela BK m. 39’daki düzenlemeye göre
hata veya hile sonucu sözleşme imzalayan kişi, hata veya hileyi öğrenmesinden
itibaren bir yıl içinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmezse sözleşmeyi
onamış sayılır. Burada kanun koyucu, aldatılanın/aldananın bir yıl boyunca
sözleşmeyle bağlı olmayı reddetmemesine bir hukuksal sonuç bağlamıştır, bu sonucun
gerçekleşmediği artık iddia veya ispat olunamaz.
Karine
ise, kanunun ispat edilebilecek bir olguyu, aksi sabit oluncaya kadar, ispatı
gerekli bir başka olgunun delili saymış olmasıdır. Bu yönüyle faraziyeden
ayrılan karine, aksi ispat edilirse çürütülmüş olur. Karineye dayanan ispat
yükünden kurtulur. Karşı taraf aksini ispat ederse karine ortadan kalkar.
Mesela hukukumuzda iyiniyet karinesi mevcuttur. Bir hakkı iyiniyetle
kazandığını iddia eden, iyiniyetli olduğunu ispat etmek zorunda değildir. Kötüniyet
iddiasında bulunan karşı taraf iddiasını ispat ederse iyiniyet karinesi
çürütülmüş olur.
b) Hem itiraz hem def’i, davacının ileri
sürdüğü olgular ve dava sebeplerine karşı davalının kullanabileceği savunma
imkânlarıdır. Ancak temelde bazı farklılıkları vardır:
İtiraz:
Bir hakkın doğumuna engel olan veya hakkı sona erdiren olguların ileri
sürülmesidir. İtirazı taraflar ileri sürmese de dava dosyasından anlaşılıyorsa
hâkim, res’en nazara alır. Mesela hak düşürücü süreye bağlı olan bir hakkın,
süresi içinde kullanılmamış olması itiraz oluşturur. Bu olgu dava dosyasından
anlaşılıyorsa, davalı ileri sürmese bile hakim görevi gereği hakkın düştüğünü
(sukut ettiğini) dikkate alır.
Def’i:
Davalının borçlu bulunduğu edimi, özel bir sebebe dayanarak yerine getirmekten
kaçınmasına imkân veren bir savunma yoludur. Def’i oluşturan sebepleri,
tarafların ileri sürmesi gerekir, hâkim res’en nazara almaz. Mesela, bir borca
yönelik zamanaşımı süresi dolmuşsa borçlu taraf, borcun varlığını kabul etmekle
beraber zamanaşımı süresinin dolduğunu ileri sürebilir. Bu durumda borç ortadan
kalkmamıştır ama borçlu taraf artık ifaya zorlanamaz.
4.
Şart:
Gelecekte gerçekleşmesi beklenen; fakat gerçekleşip gerçekleşmeyeceği henüz belli
olmayan olaydır. Geciktirici ve bozucu şart olarak ikiye ayrılır.
Geciktirici
şart,
bir hukuki işlemin sonuç doğurmaya başlaması bir şarta bağlanmışsa söz konusu
olur. Diğer bir ifadeyle şart gerçekleştikten sonra bu şarta bağlı olarak
hukuki işlem sonuç doğurur.
Bozucu
şart
ise, belirlenen şartın baştan beri hüküm ifade eden hukuki işlemin hükümlerini
doğurmasını sona erdirmek üzere kabul edilmesi halinde mevcuttur. Bozucu şartta
hukuki işlem baştan itibaren kurulmuştur, ancak şart gerçekleşirse hukuki işlem
ortadan kalkar.
Vade:
Bir hukuki işlemin hükümlerini doğurması için kurucu unsurların
gerçekleşmesinden sonra belirli bir sürenin geçmesi gerekiyorsa o hukuki işlem
vadeye bağlanmıştır. Vade ile şartın farkı, hukuki işlemin kendisine bağlandığı
olgunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği noktasındadır. Vadenin kendisine bağlandığı
olgu, belirli veya belirsiz bir süre olduğundan kesin olarak gerçekleşecekken;
şartta bu olgunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli değildir.
OLAY
SORULARI
Olay
I
A’nın arazisini teminat göstermesi sonucu
banka arazi üzerinde rehin hakkı elde etmiştir. Rehin hakkı, sınırlı ayni
haklardan biridir. Olayda rehin hakkının türlerinden olan taşınmaz rehni, yani
ipotek söz konusudur
Olayımızda A’nın taşınmazı üzerinde kurduğu
rehin, bankanın alacağı için teminat fonksiyonunu ifa eder. Yani borç
ödenmediğinde bankaya, araziyi paraya çevirerek alacağını tahsil etme yetkisi
verir. Bu mutlak hak niteliğinde ayni bir hak olduğundan, bankanın taşınmaz
üzerinde kişisel hakkı olanların önüne geçerek alacağını tahsil etmesini
sağlar.
Rehin hakkı, alacağa bağlı bir haktır (ikincil
nitelikte-fer’i hak). Prensip olarak fer’i haklar, asıl alacağın mukadderatına
tabidir. Yani asıl alacak sona erince rehin hakkı da sona erer. Olayımızda da
A, bankaya olan kredi borcunu ödediği zaman bankanın rehin hakkı da ortadan
kalkar (BK m. 131).
Olay
II
Olayda iddiaların yerindeliğini
saptayabilmek için öncelikle A’nın ehliyet durumunu tespit etmek gerekmektedir.
A, psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle vesayet altına alındığı için ehliyetsizdir.
A’nın rahatsızlığı ayırt etme gücünü kaldıracak nitelikte ise tam ehliyetsiz,
bu nitelikte değilse sınırlı ehliyetsizdir. Kural olarak tam ehliyetsizin
işlemleri hükümsüzdür (TMK m. 15). A’nın ayırt etme gücüne sahip olması halinde
ise bu işlemi yasal temsilcisinin izni veya onayı ile yapabilir. Olayda bu iki
halden hiçbiri mevcut olmadığından, hukuki işlem geçersizdir. A, bu nedenle kredi
işleminin hükümsüz olduğunu ileri sürmüştür. Bu, A’nın hakkıdır.
Ancak, X de açıkça ifade etmemekle
birlikte, A’nın hükümsüzlüğü ileri sürme hakkını kötüye kullandığını ileri
sürmektedir. MK 2’de düzenlenen dürüstlük kuralı kamu düzenine ilişkin
olduğundan, dosyadan anlaşılmak koşuluyla hâkim tarafından re’sen dikkate
alınır. Ehliyete ilişkin hükümler, ehliyetsiz kimseyi korumak için sevk edilmiştir.
Ancak, olayda söz konusu olduğu gibi, işlem geçersiz olmakla birlikte borçlu
(Banka) tarafından ifa edilmiş ve ehliyetsiz bundan yararlanmıştır. Yargıtay bu
tür durumlarda, somut olayın koşullarını değerlendirerek, geçersizliği ileri
sürmenin hakkın kötüye kullanılması teşkil ettiğine karar vermektedir.
Olay III
1.
Olayda K’nın M ile evlenip evlenemeyeceği A ile evliliğinin devam
edip etmemesine bağlıdır. K’nın evliliğinin devam edip etmediği meselesi ise A’nin
kişiliğinin devam etmesiyle ilgilidir. A’nın kesin olarak öldüğü bilinmediğine
göre kişiliği ancak hükmen sona erdirilebilir. Kesin ölüm dışında kişiliği
hükmen sona erdiren haller; gaiplik ve ölüm karinesidir.
Olayda öncelikle gaipliği
değerlendirmek gerekmektedir. Gaiplik TMK m.32’de düzenlenmiştir. Bu hükme göre
bir kimse, ölümüne kesin gözle bakılmamakla beraber, ölüm tehlikesi içinde
kaybolmuş veya kendisinden uzun süredir haber alınamıyorsa ve bu kimsenin ölmüş
olması ihtimali kuvvetli ise, gaipliğine karar verilerek kişiliği
sonlandırılabilir. Olayda da A, savaş bölgesi olan bir yere gitmek üzere yola
çıkmış, belli bir süre sonra kendisi ile iletişim kopmuştur. Burada A, iç savaş
olan bir yere gittiği için ölüm tehlikesi altında kaybolmuştur ve ölmüş olma
ihtimali yüksektir. Ölüm tehlikesi içinde kaybolan kişiler hakkında gaiplik
kararı verilebilmesi için ölüm tehlikesi üzerinden 1 yıl geçmiş olması gerekir.
Olayda K’nın TMK m. 32’ye göre
A’nın son yerleşim yeri asliye hukuk mahkemesine gaiplik kararın verilmesi için
başvurması gerekir. Mahkeme de m. 33’te
bulunan usule göre gerekli ilanları vererek A’ya ulaşmaya veya kendisi hakkında
bilgi almaya çalışır. İlanlar sonuçsuz kalırsa gaiplik kararı verilir. Ancak
gaiplik kararı verilmesi, doğrudan evliliği sonlandırmaz, ayrıca evliliğin
feshine karar verilmesi gereklidir, yoksa gaibin eşi evlilik devam ettiği için
evlenemez (TMK 131). Olayda K, gaiplikle birlikte veya sonradan evliliğin
feshini de istemelidir. Ancak bu aşamalardan sonra M ile evlenebilir.
2.
K’nın kaldığı otelde patlama olması halinde 1. soruya verilecek
cevabın gaiplik değil, ölüm karinesi olması gerekir. Patlama sonucu K’nın ölmüş
olma ihtimali kesine yakın derecede yüksektir. Ancak bir kişinin ölmüş olduğu
sonucuna varabilmek için cesedinin bulunması ve o cesedin kişiye ait olduğunun
kesin bir şekilde bilinmesi gerekmektedir. Eğer ceset mevcut değilse fakat
ölümüne de kesin gözüyle bakılacak bir olay yaşanmışsa burada artık ölüm
karinesinin olduğuna karar verilir ve kişi ölmüş gibi sonuçlara tabi olur.
Olayda K, yaşadıkları yerin en
büyük mülki amirine başvurarak A hakkında ölüm kaydının tutulmasını talep
edebileceği gibi mahkemeden de ölüm karinesinin tespitini isteyebilir (TMK
m.44). Ölüm karinesine hükmedildikten sonra kişi ölüm tehlikesinin
gerçekleştiği andan itibaren ölmüş sayılır. Bu durumda artık evlilik de
kendiliğinden sona ereceğinden K’nın, evliliğin feshini dava etmesine gerek bulunmaz.
Önceki evliliği sona eren K, M ile evlenebilecektir.
Olay IV
Olayda H’nın doktor aleyhine
açtığı dava, kişilik haklarının kapsamında olan vücut tamlığının ihlal edilmesi
gerekçesine dayanmaktadır. Kişilik hakkı mutlak haklardan olduğu için bu alana
yönelik her türlü saldırı hukuka aykırıdır ve dava edilebilir. Ancak bu davanın
açılabilmesi için saldırının hukuka aykırı olması, diğer bir deyimle hukuka
uygunluk sebeplerinin bulunmaması gerekmektedir. Bu hukuka uygunluk sebeplerini
mağdurun rızası, üstün nitelikte özel yarar, üstün nitelikte kamu yararı,
kanunun verdiği yetkinin kullanılması olarak sıralayabiliriz. Bu dört halden
birisi yoksa kişiliğe yapılan saldırı dolayısıyla mağdurun dava hakkı
doğacaktır.
Olayımızda tıbbi müdahale sona
erdiği (ameliyat bittiği ve müdahale gerçekleşip son bulduğu) için artık önleme
veya durdurma talep edilemez. Hukuka aykırılığın tespiti dava yoluyla talep
edilebilir. Ayrıca varsa maddi ve manevi zarar için tazminat da talep
edilebilir. Hasta ve doktor arasında vekâlet ilişkisi olduğu için ve ameliyat
öncesi ameliyatın olağan kapsam ve aşamaları hastaya bildirildiğinden hasta
dilerse sözleşmeye dilerse haksız fiile dayalı olarak maddi ve manevi tazminat
talep edebilir. Çünkü vücut tamlığına yapılan saldırının mağdurun ruhi çöküntü
yaşamasına, acı ve elem çekmesine (manevi zarar) neden olacağı açıktır.
Böbreğinin alınması da gerek iyieşme süresinin uzaması, gerekse hastane ve
bakım masraflarının artması nedeniyle maddi zarar oluşturur.
Olayda doktor, H’nın rızası
ile hareket ettiğini iddia edebilirse de, rızanın kapsamı aşılmıştır.
Dolayısıyla, doktorun ameliyat sırasında karar verdiği böbrek alınması
operasyonu için rızadan söz edilemez. Buna karşılık, hastanın sağlığı için
gerekli olması ve rıza alınmak üzere beklenmesinde telafisi imkânsız zarar
bulunması ihtimalinde hastanın rızası olmasa bile müdahale hukuka aykırı
sayılmaz. Bu hallerde hasta narkozun etkisinde olmasa bu müdahaleye zaten rıza
gösterirdi faraziyesinden yola çıkılmaktadır. Olayda da ameliyatta normal
seyrin dışında komplikasyonlar ortaya çıktığı ve doktorun müdahaleyi hastayı
kurtarmak amacıyla yaptığı belirtilmektedir. Dolayısıyla hastanın hayatta
kalabilmek için zaten bu müdahaleye rıza göstereceği varsayımında burada hukuka
aykırılığı ortadan kaldıran bir hâl olduğu gerekçesiyle doktor tazminat ödemekten
kurtulabilir.
Olay V
1. Olayda sporcu Ü, gazetecilerin fotoğrafını çekmesine rıza
göstermiş fakat gazeteciler ertesi gün tele objektifle yatta çekilen mayolu
fotoğraflarını yayınlayıp bir de çocukluk arkadaşı K ile sevgili oldukları ve
evlenecekleri yönündeki asılsız haberi yazmıştır. Bunlar, Ü’nün kişilik
haklarına saldırı teşkil etmektedir. Kişilik hakları kapsamında korunan özel
hayatın gizliliği ve kişinin resmi üzerindeki hakları ihlal edilmiştir.
Dolayısıyla Ü’ye avukatı olarak kişilik haklarının korunmasına yönelik dava
açmasını tavsiye ederim.
Kişilik hakkına saldırı
sonucu, saldırının durdurulması, önlenmesi, hukuka aykırılığının tespiti, maddi
tazminat, manevi tazminat ve vekâletsiz iş görmeden kaynaklanan davalar
açılabilir.
Olayda da özel hayatın
gizliliğini ihlal eden saldırı gerçekleştiğinden artık önleme davası açılamaz
ve günlük gazetenin dağıtımı da gerçekleştiğinden durdurma davası açılması da
mümkün değildir. Ancak hukuka aykırılığın tespiti ve varsa maddi zarar için
maddi tazminat davası açılabilir. Olayda Ü, çocukluk arkadaşı ile sevgilisi
gibi gösterilmiş olduğu ve yat gibi kamusal olmayan alanda mayolu çekilmiş
fotoğrafları yayınlandığı için ve kamunun öğrenmesinde fayda bulunan bir haber
niteliği taşımadığı için duyduğu acı ve elem dolayısıyla da manevi tazminat
davası açabilir. Burada Ü’nün kamuya mal olmuş bir kişi olması durumu
değiştirmez. Her ne kadar kamuya mal olmuş kişilerin özel hayat sınırları daha
dar olsa da onların da özel ve gizli alanları mevcuttur. Dolayısıyla yat gibi
kamuya açık olmayan bir alanın uzaktan gizlice çekim yapılarak özel hallerin
yayınlanması doğrudan kişilik haklarını ihlal etmektedir. Ayrıca ne bu
fotoğrafların yayınlanmasında ne de asılsız evlilik haberinin yazılmasında
kamunun üstün bir yararı vardır. Dolayısıyla hukuka uygunluk sebebi de bu
durumda mevcut değildir. Ü ayrıca Basın Kanunu kapsamında süreli yayından
düzeltme metni yayınlamasını da talep edebilir.
Ayrıca Ü’nün gazetecilerin
lokanta çıkışında fotoğrafını çekmelerine izin vermesinin açılması düşünülen
davalara etkisi olmaz. Zira haberde fotoğraf çektirilmesi ile verilen rızanın amacı
aşılmış, yalan haberlere konu edilmiş, özel hayata müdahale için kişinin
verdiği rızanın kapsamı dışına çıkılmıştır. Bu nedenle verilen rıza dava
açılmasını ve manevi tazminat istenmesini engelleyemeyecektir.
2. K açısından da özel hayatın gizliliği ve kişinin
resmi üzerindeki hakları ihlal
edilmiştir. K ise kamuya mal olmuş bir kişi olmadığı için onun özel hayatının
alanı Ü’ye göre çok daha geniştir ve bütün bu alan içinde korunması gerekir.
K’ya da kişiliğin korunması amacıyla hukuka aykırılığın tespiti, maddi zarar
varsa maddi tazminat davası ve manevi tazminat davası açmasını tavsiye ederim.
K’nın rızası da, rıza gösterilen maksat aşıldığı için, kişilik hakkının
ihlalini engellemeyecektir.
3. Haberde yazı
dizisinin hafta sonundan itibaren yayınlanacağının duyurusu yapılmış olsaydı,
yayınlanmış kısımlar için yukarıda yapılan açıklamalar geçerli olurdu. Ancak
yayınlanmayan kısımlar için kişilik haklarının ihlali henüz gerçekleşmemiş
olduğundan bu aşamada önleme davası açılmasını tavsiye ederdim. Ayrıca yazı
dizisi belli süreçte devam eden bir saldırı olduğu için durdurma davası
açılmasını da tavsiye ederdim.
Medeni Hukuk Ders Notları
YanıtlaSil